Pages

20 Temmuz 2015 Pazartesi

BOĞAZ TURU TEKNESİ OLDU Bİ TAKSİ




2004 yılının sıcak bir ağustos günü can sıkıntısından çocukluk arkadaşım Cüneyt'i aradım ve onunla evimizin önünde buluştuk. Daha sonra neler yapabileceğimiz hakkında konuşurken Ortaköy'e gidelim mi? konusu açıldı ve o fikirde mutabık kalarak önce otobüs ile Beşiktaş'a sonra da Ortaköy' e geçtik. Ortaköy her zamanki gibi cıvıl cıvıl ve renkliydi. Bir süre oralarda dolaştıktan sonra Cüneyt ile oturduk bir şeyler yedik içtik ve havadan sudan sohbet ettik. O yıl Cüneyt askerden yeni gelmişti ve bir süre askerlik anılarını bana anlattıktan sonra yerimizden kalktık ve Ortaköy Camisinin yanındaki iskeleye doğru yürüdük. 

Orada her zamanki gibi boğaz turu tekneleri anonsları kulakları tırmalıyordu. Cüneyt Boğaz turu yapalım mı? Şeklindeki teklifine ben de onay verdim ve ücretlerimizi ödeyerek tekneye bindik. O yıllarda Rumelihisaristü'nde ikamet ediyordum. Ortaköy'den kalkan tekneler Rumelihisarı' ndan manevra yaparak geriye dönüyorlardı. İşin gerçeği tekrar Ortaköy'e gidip Oradan Beşiktaş ve sonra da Rumelihisarüstü otobüslerine binip eve gitmek hem gereksiz zaman kaybı hem de boş yere masraf olduğunu düşündüm. Aklıma bir fikir gelmişti. Cüneyt'e dönerek dedim ki; sen kaptanın odasına çık ve de ki Rumelihisarı'ndan manevra yapacağı sırada kıyıya yakın geçsin ve biz de tekneden yola atlayalım.

Cüneyt'in de bu fikir kafasına yatsa da Mesut koskoca tekne bizim için neden böyle bir şey yapsın şeklinde bir ifade ile kaptanın üst katta bulunan odasına çıktı. Aradan bir süre geçti ve Cüneyt yanıma geldi. Ne oldu? Şeklindeki soruma karşılık kendisi kaptanın bu olaya sıcak bakmadığını ve teklifi reddettiğini söyledi. Ben de Cüneyt bir de ben deneyim dedim.  Boşuna gitme kabul etmez dedi. Ben onun bu sözüne aldırmayarak üst katta bulunan kaptan odasına girdim. İçeri girdiğimde kaptanın 50-55 yaşlarında kır saçlı biri olduğunu gördüm.

Ve kendisine kaptan biliyorum sizin için biraz garip bir istek az önce bana acil bir telefon geldi ve bir ihaleye yetişmem lazım ve bu olay hayat memat meselesidir. Rumelihisarı'na geldiğinizde sizden ricam kıyıya yakın bir bölgeden tekneyi manevra yaparsanız biz de arkadaşım ile yola atlayabiliriz dedim. Kaptan şöyle bir gözlerime sertçe baktıktan sonra kararlı bir ses tonu ile peki bakalım dediğin gibi olsun dedi. Tekne Rumelihisarı'na yaklaştıkça heyecanımız da artıyordu. Cüneyt'e dönerek ya tam atlarken ayağımız kayar da denizin dibini boylarsak? Şeklinde tedirginliğimi ifade eden cümleler kurarken tekne de yavaş yavaş manevra yapacağı alana doğru ilerliyordu. 

Tekne Rumelihisarı açıklarına geldiğinde biz da Cüneyt ile birlikte atlayış pozisyonumuzu almıştık. Kaptan tekneyi U dönüşü ile kıyıya doğru ilerletmeye başladı ve artık kara ile mesafe oldukça azalmıştı. Ve yaklaşık 2-2.5 metre yaklaşmıştı ki Cüneyt gerilerek Uzun atlama şampiyonlarına taş çıkartacak bir eda ile güzel bir sıçrayışla artık Rumelihisar'da karaya ayak basmıştı. Ben ise halen teknedeydim. Ben de ondan cesaret alarak güzel bir sıçrayış ile artık karadaydım.

O an bir garip olmuştum. Adrenalinin ve heyecanın vermiş olduğu bir gerginlik hissi ( Denize düşme korkusu ve paniği )  ile karaya adım atmıştım ki birden tekneden ve Rumelihisarı sahil yolunda bulunan küçük bir grubun alkış sesleri ile kendime geldim. Bizim bu halimizi gören ve şaşıran bir grup insan bu cesaretimizi mi artık düştüğümüz bu komik durumdan mıdır bilinmez bir süre alkışlamışlardı :) Boğaz turu teknesini adeta taksi niyetine kullanmış olduk. Oradan Cüneyt ile Rumelihisarüstü' ne yani evimize doğru yola koyulduk.

Mesut YÜKSEL

20 Şubat 2015 Cuma

İNSANLIK ADINA BİR YAZI


   
  
İnsanoğlu varoluşundan itibaren evreni ve kendisini tanıma adına sürekli bir araştırma halinde olarak çeşitli görüşler öne sürmüştür. İçerisinde yaşadığımız evrende sınırlı bir hayat süren ve topluluk halinde yaşamak zorunda olan insan nasıl erdemli bir insan olabilir? Bu sorunun cevabını aramış ve çeşitli görüş ve felsefeler öne sürmüştür.

İlk çağ filozoflarının görüşlerini incelediğimizde insanlık erdemini "bilgili olmak kendini tanımak ve topluma faydalı bir insan olmak" olarak özetleyebiliriz. İlkel çağlardan itibaren insanlar daha kaliteli nasıl yaşayabilirim? Dürtüsünden hareket ile av hayvanlarını daha kolay avlama adına çeşitli aletler icat edip üretmişler, sonra ekip biçmeyi öğrenerek tarımsal alanda çeşitli yenilikler getirmişler ve canlanan bu sosyal kültür neticesinde üreten bir canlıya dönüşmüşlerdir.

Üretimin artması ile insanlar ürettikleri ürünleri pazarlayabileceği yeni şehirler, yeni pazarlar arayarak toplulukların sosyo kültürel kaynaşmalarını sağlamışlardır. Bu itibarla farklı etnik yapıda insanlar birbirleri ile ticaret yaparak etkileşim içinde olmuşlar ve bu etkileşim neticesinde hep daha iyiyi nasıl üretirim? Daha iyi ürünü nasıl alırım? Düşüncesi hakim olmaya başlamıştır.

Dolayısı ile sosyal, kültürel ve ticari ilişki içerisinde olan insanlar zamanla daha hırslı canlılara dönüşerek daha iyi yaşama adına güçlü güçsüzü yok eder düşüncesi ile hareket etmeye başladılar. Bu yaklaşım bir takım insani erdemleri zamanla yok etmeye başladı. İlk çağ filozoflarının öne sürdüğü "bilgili ve topluma yararı olan insan erdemli insandır" düşüncesi acaba toplumumuzda yeterince kabul gören bir davranış şekli midir?

Elbette erdemli insan olmanın yanında ahlaklı, dürüst, namuslu insan olma faziletleri de insan olma erdeminin içerisine dahil edebileceğimiz olgulardır. Çağımızda bilgiye ulaşmak internet sayesinde bir tık ötemizde. İsteyen istediği bilgiye anında ulaşabilecek imkanlara sahip. Dolayısı ile çağımızda normal insanlar aslında eski çağların filozofları kadar hatta onlardan çok daha fazla bilgiye sahipler. Madem yeterince bilgiliyiz o halde neden insani erdemlerimizi ve faziletlerimizi gün geçtikçe yitiriyoruz?

İnsanoğlu zamanla topluma faydalı bir insan olmaktan çok benmerkezci bir yapıya bürünerek sadece kendi çıkarları için yaşar bir hale geldi. Gündelik hayatımızda çevremizde sadece bize faydası olabilecek insanlar ile iletişim halinde olmayı tercih ediyoruz. Biri bizden bir şey istediği zaman yadırgıyoruz ve tepkide bulunuyoruz ama nedense başkalarından her şeyi istiyor ve bekliyoruz. Erdemli insan olmayı nasıl tanımlamıştık?

Önce kendisini tanıyıp bilgi sahibi olan sonra da topluma faydası olan insan olarak ifade etmiştik. Dolayısı ile günümüzde bir çok insan benmerkezci hırslı ve çıkarcı bir insan modeline dönüşüyor. Bu algı önce kendisine, sonra çevresine ve topluma hiçbir faydası olmayan insanlara dönüşmemizi tetikliyor. Sosyolojik açıdan meseleyi irdelediğimizde hiç de parlak olmayan bir toplumsal model ile karşılaşmaktayız.

Ticaret hayatında insanlar yeterince ahlaklı ve dürüst mü? Ürettiği yada sattığı ürünler yeterince kaliteli mi? Merdiven altı üretilen ürünler sağlıklı mı? Rakip firmalar gayri ahlaki yollara başvurarak birbirlerinin açığını kovalamıyor mu? Okulda arkadaşlarımız ile diyaloğumuz çoğu zaman çıkar üzerine mi kurulu? İş yerinde insanlar yeterince düzgün çalışıyor mu? İşverenler işçilerinin hakkını tam olarak verebiliyor mu? Her insan bu soruları vicdanına sorarak bir cevap aramaya çalıştığında net bir cevap bulamayacaktır.

Önce sen erdemli insan ol!, sonra çevrene örnek ol!, bu dalga toplumun tüm katmanlarına yayıldığında ortaya mutlu insanlar topluluğu çıkacaktır. Akıl, bilim ve medeniyetin yolu insanlığın  yolu olmalıdır. Topluma faydası olan insanı "erdemli insan" olarak yorumlayan ilk çağ filozofları ve yüce dinimizin Peygamberi (SAV) "İçinizden en hayırlı olanınız insanlığa en faydalı olanınızdır"! hadis-i şerifleri bize insan olarak insanlara faydalı olmamızı öğütlemişlerdir.
 
Hangimiz çevremizde kime faydalı olduk? İşveren olarak İşsiz ve mağdur bir insana yardım eli uzatarak iş verebildik mi? Zengin ve varlıklı birisi olarak çevremizdeki yoksul ve muhtaç insanlara bir faydamız olabildi mi? Bir şeyler biliyorsak bunları yazıya aktararak topluma faydalı olabildik mi?Erdemli insan olmak zordur, ancak imkansız da değildir.

Önce vicdanlı bir insan olarak insanlığın tüm güzelliklerini kendimizde zuhur ettiğini düşünelim. Ahlaklı ,dürüst ve yardımsever bir insan olarak topluma faydamız bulunsun. Unutmayın!, bir insan yaptığı kötü işlerle de bir iz bırakabilir ve insanlık adına kara bir leke gibi tarihin tozlu raflarında yer alabilir. Önemli olan topluma faydalı bir insan olabilme erdemi ve kuşaktan kuşağa bırakabileceğiniz temiz ve şerefli bir isimdir!

Mesut YÜKSEL

7 Şubat 2015 Cumartesi

BLOG YAZILARI NEDEN YETERİNCE OKUNMUYOR?

 
 
Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki blog yazmak ciddi emek işidir. Bir konu hakkında önce kafanızda tasarım yaparsınız, yazıya nasıl başlayacağınızı düşünürsünüz, konuyu giriş, gelişme ve sonuç olarak düşünüp gerekli görselleri de hazırlayarak yazınızı yazmaya başlarsınız. Blog kişinin özel bir dünyasıdır. Blog duygu ve düşüncelerin dış dünyaya açılan penceresi gibidir.
 
Bu yönüyle özeldir aslında. Düşüncelerinizi diğer insanların takdirine ve beğenisine sunmak ve onların yorum, eleştri ve beğenisini almak, blog yazarlarını bir sonraki yazı için adeta kamçılar. Tabi her yazdığınızı insanlar beğenecek diye bir şey de yok elbette. Bazı yazılar yeterince beğeni almaz fakat tam aksine çok sayıda eleştri alabilir. Bu tip yazılar yazmak genelde cesaret işidir. Blogger'lık biraz da görülmeyeni görüp bunu yazıya aktarabilme becerisidir bana kalırsa.

Eğer sektörel yazılar yazıyorsanız sektörde aksayan yönleri ve hataları kaleme dökebilme cesareti gösterebilmektir. Sanatsal bir blog açıyorsanız orada çok fazla eleştrel olmanıza gerek olmayabilir. Fakat sektörel bloglar da üretilen içerikler gerçekçi olduğu sürece okuyucu kitlesi tarafından beğenilmekte fakat içerikte eleştrilen yönler işveren tarafından pek sıcak karşılanmamaktadır. Dolayısı ile burda bloggerın yazıyı işleme cesareti ve sektöre bakış açısı içerik üretirken belirleyici etken olmaktadır.

Blog ve blogger lığa biraz değindikten sonra sosyal medya da dikkatimi çeken bir hususu sizlerle paylaşmak istedim. Blog yazıları yazıldıktan sonra çeşitli sosyal mecralarda insanların okumasına ve beğenisine sunulur. Burada gözlemlediğim kadarı ile insanlar blog yazılarını tıklayıp açıp okumaya genelde üşeniyorlar.

Gazetecilik mantığı ile hazırlanmış "Fotoğraf Üstü" yazılar daha çok okunup beğeni alıyor. Bu nedenle bloggerler tarafından üretilmiş  olan bir çok değerli içerik, insanlar tarafından yeterince okunmuyor ve yazının içerdiği bilgilerden birçok kişi istifade edemiyor. "Bir tık" ile açılacak blog yazıları tabiri caizse bazen insanların üşengeçliğine kurban gidiyor.
Dolayısı ile bu yazı vasıtasıyla insanlara bir mesaj vermek isterim! Blog yazılarını daha fazla okuyun ve blogları tıklamaya üşenmeyin! Orada birçok faydalı bilgi görmenin yanında blog sahibini yazdığı yazılardan da analiz etme fırsatı yakalayacaksınız. Bloglara, blogger lara ve her türlü içerik üreten insanlara sahip çıkalım ve yazılan yazıları daha fazla okuyalım! yazılara ulaşmak bir "tık" ötenizde!

Mesut YÜKSEL

5 Şubat 2015 Perşembe

DEPECHE MODE GRUBU İLE TANIŞMA HİKAYEM



1991 yılında körfez savaşı sırasında TV ler sık sık canlı yayında savaşı anlatıyordu. Spikerler canlı tercümeler ile savaş anının heyecanını sürekli an be an izleyicilere aktarıyorlardı. Bu yoğun canlı yayın maratonu esnasında arada yabancı klipler de veriliyordu. O zaman ekranlarda siyah beyaz bir klip dönmeye başlamıştı. Klibi izlediğimde yorumcunun ses tonu ve şarkıyı yorumlama biçimi beni çok etkilemişti. Daha sonra aynı klibi birkaç kez görünce klip sonunda altta yazan grubun ismine dikkatlice baktığımda Depeche Mode yazdığını gördüm.


Söylenen şarkının ismi Little 15 idi. Çok sonra şarkı sözlerini araştırdığımda bu şarkının 15 yaşında bir kız çocuğunun duygusal dünyasını anlattığını öğrendim. Daha sonra o dönem çok popüler olan müzik kanalı MTV de Depeche Mode kliplerini takip ederek sevmeye başladım. Lise yıllarına geldiğimde gruba olan ilgim daha fazla artarak devam etti. Grubun o dönem çıkan ve müzik otoriteleri tarafından tüm zamanlarda çıkarılan en iyi albümü olduğu kabul edilen "Violator" albümü çok popülerdi.

Lise yıllarında benden çok hoşlanan ve benimle çıkmak isteyen bir kız vardı. O da Depeche Mode hayranıydı. Kendisinde Violator albümü olduğunu ve albümün Amerika'dan teyzesinin getirdiğini söylemişti. Ben de albümü bana vermesi karşılığı onunla çıkabileceğimi söylemiştim:) sonra albümü bana verdi fakat onla çıkmamıştım:) Daha sonra Lise'de başka bir arkadaşım (Erkek) Depeche Mode hayranlığımı öğrenince bana yaz tatili sonunda okul açılışında Depeche Mode'nin albümünü hediye edeceğine dair söz vermişti.




Yaz tatili bitiğinde tam da söz verdiği gibi grubun Violator'den sonraki albümü "Songs of Faith Devetion Live"'ı bana hediye etmişti. Albümde dikkatimi çeken grubun tarzının elektronik sound dan rock soundu na kaymış olmasıydı. Ayrıca solist Dave Gahan'ın saçlarını omuzlarına kadar uzatarak yeni albüm ile birlikte yeni imaj yaratması hayranları tarafından da olumlu karşılamıştı. Böylece Depeche Mode albüm koleksiyonuma iki beleş albüm ile başlamıştım:) Sonra grubun tüm albümlerini elime para geçtikçe müzik marketlerden almaya başladım. Daha sonra grubun oluşum hikayesi ve tüm şarkılarını türkçeye çevrilmiş halini içeren bir kitap satın aldım. Kitapta dikkatimi çeken grup üyesi back vokal, müzisyen Martin Gore'nin grubun tüm şarkı sözlerini yazmış olmasıydı. Şarkı sözlerini incelediğimde insanın duygusal dünyasının en ücra köşelerine kadar inebilen yoğun ve anlamlı sözler olduğunu fark ettim. Bu yönüyle Martin Gore'nin grupta fazlaca ağırlığı bulunuyordu.

Diğer grup üyesi Andy Flatcher grubun sessiz ve mütevazi bir üyesi. Sadece işine odaklı çalışan ve genelde pek de sivrilmeyi istemeyen bir kişilik sergiliyor. Grubun vokali Dave Gahan'ın ingiliz aristokrasisi kokan basbariton sesiyle insanın ruhunun derinliklerinine inebiliyordu. Ses tonuyla gelmiş gelmiş tüm grup vokallerinden ayrılmayı başarabilen Dave, sahnede sergilediği kıvrak dansları ile müthiş performanslar sergileyebilen ender sahne adamlarından birisi olmayı başarıyor.

Martin Gore'nin Synthesizer başında yarattığı harikalar ile Dave Gahan'ın müthiş sesi ve sahne performansı birleşince ortaya harika bir görsel şölen çıkıyor. Dave gahan müzik otoriteleri tarafından bu müthiş yeteneğine çeşitli isimlendirmeler yapılmış ve payeler de verilmiştir. Örnek vermek gerekirde "Müziğin Mesihi" "Rock Tanrısı" şeklinde isimlendirmeler yapılmıştır. Şimdilerde 50 li yaşlarını deviren grup üyeleri dünya turnesine çıktıklarında halen muhteşem sahne performansları ile milyonları peşinden sürüklediğini görmekteyiz.

2001 yılında  Abdi  İpekçi Arena'da, 2006'da  Kuruçeşme Arena'da  konser veren Depeche Mode'un  'Tour of the Universe' adlı turne kapsamındaki İstanbul konseri 14 Mayıs 2009 tarihinde gerçekleşmesi planlanırken, Dave Gahan'ın 12 Mayıs 2009 tarihindeki Atina konseri öncesi hastalanması sonucu iptal edilmişti. Grubun üçüncü konseri denemesi ise hayranlarını yine üzdü. 17 Mayıs 2013'te İstanbul Maçka Küçükçiftlik Park'ta gerçekleşecek olan konser grubun bulgaristan yakınlarında olduğu sırada yaşanan grev ve üzücü olaylardan sonra konseri iptal etmesinden dolayı 2.kez bilet alan hayranları tarafından üzüntü ve hayal kırıklığına neden oldu.


Ben de 2013 konseri için 8 ay önce biletix sitesinden konser biletini almış ve heyecan içerisinde grubun ülkemize gelmesini bekliyorken yaşanan bu talihsiz olay neticesinde üzülerek bileti biletix'e iade etmek zorunda kalmıştım. Depeche Mode hayranlarını yaşanan 2 gerçekleşemeyen konser girişimi ile üzse de onların gönüllerinde her zaman farklı bir yere sahiptir. Grubun 2006 yılında Kuruçeşme Arena'da vermiş olduğu konseri yakından izleme şansı yakalamıştım. Gerçekten grup her zamanki gibi müthiş bir sahne performansı sergilemişti.

Dave Gahan'ın kıvrak dansları ve eşsiz yorumunu yakından izleme şansım oldu ve binlerce hayranı grubun eşsiz müziği ile adeta transa geçip farklı bir boyuta doğru yolculuğa çıkmışlardı. Grubun bence hayranları tarafından çok sevilmesinin nedeni 90 yıllarda yapmış oldukları elektronik soundlu  müzik ile Martin Gore'nin yazmış olduğu muhteşem sözlerin, Dave Gahan'ın eşsiz sesi ,yorumu ve sahne performansı ile bütünleşmesi sonucu "çağının ötesinde" müzik yapabilen bir grup olmalarına neden olmuştur.

Grubun bence en iyi albümü 1990 çıkışlı "Violator" albümüdür. Digital soundun yoğun olarak kullanıldığı bu albümde özellikle "Enjoy The Silence"isimli şarkı hayranları tarafından adeta grubun marşı gibi her konserde ezbere söylenmektedir. Bunun yanı sıra "Personal Jesus" ve "Policy of truth" "World in my eyes" gibi şarkıların da ön plana çıktığı albümün tamamı bana kalırsa son derece kaliteli şarkılardan oluşuyor, dinlemenizi öneririm. Dünya müzik otoriteleri tarafından ta tam not alan albüm, bu gün gelmiş geçmiş en iyi albümler listesinde yerini almıştır. Grubun "Music For The Masses" ve Songs of faith  devetion "Ultra"ve "Exciter" albümleri de öne çıkan albümlerdendir. Grup en son Delta Mashine albümü ile 2014 yılında dünya turnesine çıkmıştır.


Depeche Mode'ye 90 lı yılların "Digital Çığlığı" da diyebiliriz.  Tüm dünyada milyonlarca hayranı olan grup insanları etkilemeye devam etmektedir.Yakın arkadaşım Serkan Yasin de sıkı bir Depeche Mode hayranıdır. Kendisi İletişim Fakültesi mezunu olduğundan Sosyal Medya içeriklerinde çok başarılıdır. Bu sayede Depeche Mode'nin birçok videosunu espri unsurları kullanarak ve kendi bakış açımızı da katarak tekrar çektik. Video örneklerini bloğumda görebilirsiniz.
   

Grubun Kuruluş öyküsünü verirsek
 
Depeche Mode, 1980 yılında Londra’da kuruldu. İsimlerini bir Fransız moda dergisinden alan grup, Martin Gore, Dave Gahan, Andrew Fletcher, Vince Clark ve Alan Wilder’dan oluşuyordu. Depeche Mode’un kuruluşu, aslına bakılırsa 1976’ya kadar uzanıyor. İngiliz Vince Clarke ve Andrew Fletcher’ın kurduğu grup “No Romance in China”ın varlığı uzun sürmez. 1979’da Clarke, Martin L. Gore ile “French Look” adında bir grup kurar, ancak Fletcher’ın eklenmesiyle grubun ismi “Composition of Sound” olur. 1980’e kadar, Clarke vokallerde yer alırken 1980’de David Gahan’ın grubu tamamlamasıyla “Depeche Mode” oluştu.

Grup, çıkışını 1980 yılında Photographic single’ıyla yaptı ve hemen arkasından da ‘Dreaming Of Me’ ve ‘New Life’ single’larını yayınladı. Grubun İngiltere’deki popülerliği ise dördüncü single’ları ‘Just Can’t Get Enough’la geldi. 1981’de yayınlanan ilk albümleri “Speak and Spell” çok başarılı oldu. Depeche Mode ticari başarının eğişindeyken, şarkı sözü yazarı Clarke

1986 yılında çıkan “Black Celebration” albümüyle birlikte Depeche Mode 10 yıl sürecek bir karanlık atmosfere gömüldü. Çok beğenilen single’ları “Strange Love”dan sonra 1987’de yayınlanan “Music for The Masses” albümü, arkasından başlayan turne Depeche Mode’un artık en ünlü gruplardan biri olduğunun kanıtıydı. Grubun 1987-88 yıllarında gerçekleştirdiği ve büyük ilgi gören Music For The Masses turnesi, 1989’da çıkan “101” albümüyle yayınlandı. 1990’da yayınlanan “Violator” albümü ise ‘Enjoy The Silence’, ‘Policy of Truth’ ve ‘Personal Jesus’ gibi single’larla Depeche Mode’un en çok tanınan albümü oldu.


1993’te yayınlanan “Songs of Faith & Devotion” albümleri listelere 1 numaradan girdi. Bu albümle sound’u daha da sertleşen grupta bir ayrılık yaşandı. 1995’te Alan Wilder gruptan ayrılarak solo projelerine yöneldi. Ardından Gahan’ın intihar girişimi ve uyuşturucu sorunları gündeme geldi. Bütün bu çalkantıların ardından grup 1997 yılında “Ultra” albümünü yayınladı. Ultra’dan çıkan en ünlü parçalar arasında “Barrel Of A Gun”, “It’s No Good” yer alıyordu. Listelere bir numaradan giriş yapan albümün ardından bir yıl sonra “The singles 86>98” isimli greatest hits albümü yayınlandı. O yıl turneye çıkan Depeche Mode, 1 milyondan fazla hayranı için 18 ülkede 64 tane konser verdi.

Turnenin ardından grup üyeleri üç sene boyunca solo projelerine yöneldi. 2001’de yayınlanan “Exciter” albümü, “Dream On” ve “I Feel Loved” gibi parçaları barındırıyordu. 2003 yılında Gahan ve Gore solo albümlerini yayınladılar ancak bu albüm çalışmalarından kısa bir süre grup tekrar bir araya gelerek yeni bir albüm üzerinde çalışmaya başladı. 2005’in Ekim ayında yayınlanan “Playing the Angel” yayınlanmasıyla birlikte ilk 10’a girdi. Depeche Mode’un günümüzde ulaştığı toplam satış rakamı 72 milyonun üzerinde.


Depeche Mode yıllara göre albüm sıralaması

Speak and Spell (1981)
A Broken Frame (1982)
Construction Time Again (1983)
Some Great Reward (1984)
Black Celebration (1986)
Music for the Masses (1987)
Violator (1990)
Songs of Faith & Devotion (1993)
Ultra (1997)
Singles 81-85 (1998)
Singles 86-98 (1998)
Exciter (2001)
Playing the angel (2005)
Sounds of the universe (2009)
Delta Machine (2013)


Mesut YÜKSEL




 



3 Şubat 2015 Salı

İNSAN İLİŞKİLERİNDEKİ SAMİMİYET

 
 
İnsan olmanın getirdiği en önemli hususların başında karşımızdaki insanlarla kurduğumuz samimiyet ilişkisi gelmektedir. Samimiyet kavramı ile cıvıklık ve yapaylık arasında ince bir çizgi bulunmaktadır. Bu çizgiyi muhafaza ederek ilişkilerinde yapmacıklıktan uzak sıcak ve samimi bir havada iletişim kurabilme becerisi her insanda bulunmayan bir özellik.
 
Günümüzde etrafınızdaki arkadaşlarınıza dostlarınıza bir bakın? sizinle neden samimi bir ilişki içerisindeler? toplumsal statünüz iyi olduğu için yada iyi bir işiniz olduğu için olabilir mi acaba? yada ticari bir ilişki içerisinde olduğunuz insanlarla ilişkilerinizi düşünün? arada bir çıkar ilişkisi söz konusu olduğu için aslında sizi bağlayan kavram "çıkar" olmaktadır.
 
Dolayısı ile genelde çok eski arkadaşlıklar ve dostluklar hariç (Onlarda bile zaman zaman çıkar egemen olmaktadır) sizden bir çıkarı olmayan insanlar sizinle samimi bir ilişki içerisinde olmak istemiyorlar. Bırakın bir ilişki içerisinde olmayı size selam dahi vermeyi bir külfet olarak görüyorlar. Teknoloji ve yenilikler  hızla hayatımıza giriyor ve bizim insan ilişkilerimizi yapaylaştırıyor. Samimiyet gibi güzel bir yaklaşımı insanlar artık çıkara endeksli gösteriyorlar.
 
Sosyal mecralarda ağımıza toplumsal statüsü güçlü insanları ekliyoruz fakat ikili iletişime girmekten imtina ediyoruz. Facebook, linkedin ve tweetter gibi sosyal ağlarda yüzlerce binlerce bağlantımız bulunuyor ancak bunların kaçı ile yüz yüze iletişim kurabildik? Orada sadece fotoğrafından tanıdığımız ve paylaşımlarından takip ettiğimiz insanlar topluluğu bulunuyor. Yediklerini ,içtiklerini, tuttuğu takımı, ailesini, düşünce yapısını sanal olarak takip ettiğimiz insanlar topluluğu.
 
Oysa hiçbirisi ile boğazda çay içmemin sıcak ve samimi yönünü paylaşmadık. Birlikte aynı yönde yürümedik, soğuğu ve sıcağı hissetmedik, samimi bir sohbeti paylaşmadık. Bu saydıklarımın maddi karşılığı elbette olamaz. Belki de ağımızda bulunan insanların bir çoğu ile çok güzel paylaşımlar içerisinde olabiliriz. Fakat insanlar artık cesur değil ve bağ kurduğu insanlardan da bir çıkar beklemekteler.Bununla ilgili yaşadığım bir örnek vermek isterim.
 

Bir süredir iş arayışım bulunmaktadır. İnsan Kaynakları Sektörü ile ilgili yazılar yazıyorum. Yazılarım geniş kitleler tarafından okunmaya ve beğenilmeye başladıktan sonra insanlar benimle bağ kurmaya başladılar. Bir çok işsiz bana özelden mesaj atarak adeta onlara kariyer koçluğu yapmamı isiyorlar.:) Aslında bir yönden akıl alınacak bir insan olmak güzel tabi. Ancak insanlar genelde çıkara endeksli yaklaşımda bulunuyor.
 
İşinden ayrılmış ve bir süredir iş arayan bir kadın linkedin den yazılarımı okuduktan sonra benimle bağ kurmuştu . Daha sonra facede beni ekledi ve bir iki gün paylaşım içerisinde olduk. Yaptığımız sohbette işsizlik psikolojisinin zor olduğundan, iş bulması gerektiğinden ve  evinin kredi ile alındığından bahsetmişti. Ben de ona sektörel bir iki deneyimimi paylaşarak yol gösterdim.

Sonra ilerleyen zamanda sohbeti kesti. Ben de pek üstünde durmamıştım. Linkedin'de gezinirken o kişinin bir firmaya yeni iş başı yapmış olduğunu gördüm. Bu ve benzeri çok vakalar yaşadım ve çevremde de yaşayan insanlar olduğunu gördüm. İnsanlar işsiz kalınca dolu bir insana yaklaşıp onunla bağ kurarak ondan akıl alıyorlar.
 
Daha sonra bir işe girdiklerinde akıl aldıkları kişiyi sosyal ağlarından engelliyorlar. İlişkilerin samimiyetsizliğini  daha iyi anlamanız açısından yaşadığım bu örneği vermeyi istedim. Elbette ki çıkarlarımızı korumak insan olmamızın bir gereğidir. Ancak çıkarlarımızı korumak ile çıkarsız hiçbir ilişkiye girmemek ayrı şeyler. Dolayısı ile insan olmamızın doğasında bulunan samimiyet duygusunu öldürmeyelim ve ilişkilerimizde yapmacıklıktan uzak ve içten bir şekilde davranalım.
 
 
Mesut YÜKSEL

2 Şubat 2015 Pazartesi

İÇİMİZDEKİ CANAVAR

Değerli Okuyucularım,

Eleştirel bir klip çalışması ile karşınızda olmak istedik. Günümüzde insanlar git gide içlerindeki canavarların esiri oluyor ve başkalaşıyorlar. İş dünyasında ve gündelik hayatta insani duygulara sahip bireylerin varlığı giderek azalıyor. Birbirimizin varlığına saygı göstermekten uzağız. Sadece kendi varlığımızı önemsiyoruz ve başkasının hayatını görmezden geliyoruz.

İşte bu çalışmamızda da buna değindik. İnsan artık bir canavara dönüşmüş durumda. Dünya üzerinde yer alan son insanlık kırıntısını da ortadan kaldırıyor ve tamamen bir canavara dönüşüyor. Klip içinde, sosyal medyaya, iş dünyasına, insanlığa ince göndermeler bulunmakta.

İzlerken sağ alt köşedeki çözünürlüğü en yüksek ayara getirmeyi unutmayın.

https://www.youtube.com/watch?v=8D7zFgjig3s



Keyifli seyirler

Mesut Yüksel



17 Nisan 2013 Çarşamba

DÜNYANIN TEK GERÇEK HAYALETİ

BU BİR FANMADE VİDEODUR. TAMAMEN EĞLENCE AMAÇLI YAPILMIŞTIR.